Ana Sayfa | Sivas | Fotoğraf Galerisi | İletişim | Bağlantılar

Aşık Veysel

Aşık Veysel, 1894 yılında Sivas'ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Babasının ismi Ahmet, annesinin ismi ise Gülizar'dı. Çiftçi bir ailenin çocuğuydu. Yedi yaşına geldiğinde Sivas'ta çiçek hastalığı salgını ortaya çıktı. Aşık Veysel de çiçek hastalığına yakalandı ve sol gözünü kaybetti. Bundan kısa bir süre sonra diğer gözünü de kaybetti.İki gözünü de kaybeden Aşık Veysel asla yılmadı. Her gün babası ezberlediği halk ozanlarının şiirlerini okurdu ona. Aşık Veysel büyük bir istekle dinlerdi babasını.  Bu isteğini gören babası bir gün elinde sazla yanına geldi ve ona verdi. Çok sevinmişti Aşık Veysel. Ona saz çalmayı Çamşıhlı Ali Ağa öğretti. Gün geçtikçe kendini geliştirdi. Artık sazını yanı başından hiç ayırmıyordu.


Aşık Veysel, 25 yaşına geldiğinde Esma adında bir kızla evlendi. Ancak kısa bir süre sonra anne ve babasını kaybetti. İkinci çocuğuysa doğumundan 10 gün sonra öldü. Daha sonra karısı Esma onu bırakıp gitti. Karısı bırakıp gittiğinde bir yaşında kızıyla kalmıştı Aşık Veysel.1921 yılında hayatını ikinci eşi Gülizar Hanımla birleştiren genç Veyselin bu evliliğinden ikisi erkek altı çocuğu olur.Ömrü yoksulluk ve çilelerle geçen Veysel, köyünden ilk defa ayrıldığı 1933 yılında Sivas Aşıklar Bayramına katılır. Türkiyenin İhyası Hazreti Gazi Şiiriyle dikkat çeker. Ahmet Kutsi Tecerin ilgisine mazhar olan Veysel, Köy Enstitülerinde bir süre saz öğretmenliği yapar. Bu yıllar hasret şiirlerinin birikimini oluşturur.

Aşık Veysel'deki cevheri ilk görenlerden biri Ahmet Kutsi Tecer'di. Ahmet Kutsi Tecer, Aşık Veysel'in şiirlerinin tanınmasında büyük katkı vermişti. Bir dönem Köy Enstitüleri'nde öğretmenlik yaptı. 1965 yılında TBMM, “Ana dilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü” özel bir kanun çıkartarak maaş bağladı. 21 Mart 1973 günü doğduğu köy Sivrialan'da akciğer kanseri sonucunda şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama gözlerini yumdu. Ondan geriye yıllar geçse de unutulmayacak şiirleri kaldı.

Şiirleri:
→ Deyişler (1944),
→ Sazımdan Sesler (1950)
→ Dostlar Beni Hatırlasın (1970) isimi kitaplarında toplandı.
→ Ölümünden sonra Bütün Şiirleri (1984) adıyla eserleri tekrar yayınlandı.

Türküleri
→ Beni Hor Görme Kardeşim
→ Ben Giderim Sazım Sen Kal Dünyada
→ Dostlar Beni Hatırlasın
→ Sen Bir Ceylan Olsan


Kangal Köpeği

Kangal çoban köpeği, anadolu çoban köpeği ya da kangal köpeği olarak da bilinir, Türkiye’nin Sivas ilinde ve özellikle Kangal ilçesinde geliştirildiği sanılan, sürüyü güdüp korumasıyla ünlü çoban köpeği soyudur. Bazı arkeolojik bulgulara dayanılarak kökeninin eski Anadolu uygarlıklarına değin uzandığı sanılmaktadır. Bu soy Osmanlı Devleti’nde yaygın ve özenli bir biçimde yetiştirilmiş, kalıtsal özellikleri bakımından başarıyla korunmuştur. Daha sonraki yıllarda bekçi köpeği olarak da kullanılan Kangal çoban köpekleri 1970’lerden başlayarak askeri amaçlar için de eğitilmiştir. Çok iri yapılı olan bu köpeklerin erkeği 50-70 kg, dişisi 40-60 kg’dir. Omuz yükseklikleriyse 80 cm’yi aşabilir. Postu sık ve kısa tüylü, boyun ve omuz bölümünde daha kalındır. Renkleri kirli beyaz, açık san, boz, kahverenginin değişik tonlarında ya da kırçıl olabilir. Ağız ve kulak çevresiyle burun ucu değişen genişlikte siyahtır. Başı iri, göğsü geniş, çeneleri, boynu ve özellikle ön bacakları çok güçlüdür. Yukarı doğru kıvrık duran kuyrukları tetikteyken kalça seviyesinde halka biçimini alır. Kulakları orta irilikte ve kıvrıktır. Bu köpekler kara iklimine başarıyla uyarlanmış olmalarından ötürü soğuğa ve sıcağa karşı dirençlidir; ama nemli bölgelere uyum sağlamakta zoruk çekerler.

Kangal çoban köpekleri çok zeki, duygulu, uysal, görevine ve sahibine sonuna kadar bağlı hayvanlar olarak tanınır. Gen yapısında başka bir köpek geni olmayan ender köpek soylarından biridir. Birlikte yaşadığı insanın ve içinde bulunduğu ortamın özelliklerini kolayca benimser. Görevi başında kendinden emin ve korkusuzdur. Özel bir eğitim görmeden koyun sürülerini başarıyla yönetir. Birbirine karışmış sürüler arasında kendi sorumluluğu altındaki koyunları şaşmaz bir kesinlikle ayırır. Erkek ve dişi, uyum içinde koruduklar, sürüye yönelen her türlü hayvan saldırısını püskürtebilir. Dişi genellikle saldırganı oyalarken erkek büyük bir hızla koşarak ilk güçlü darbeyi göğsüyle indirir.


Madımak Bitkisi

Madımak Anadolu’nun çoğu bölgesinde bahar gelince doğada kendiliğinden yetişen, . Toprak üstüne yatık sürünücü sert gövdeli, yeşil yapraklı ve çok yıllık otsu bir bitkidir. Türkiye içerisinde en fazla Orta Anadolu'da yetişir. Özellikle Yozgat, Sivas, Kayseri, Amasya madımak yetiştiriciliği konusunda önde gelen şehirlerdir. Bahar yağmurlarıyla birlikte Nisan ayında toplanmaya başlar. Mayıs ve Haziran aylarına kadar toplanır. Toplanması ve ayıklanması biraz zahmetlidir, ancak sevilerek tüketilen lezzetli ve sağlıklı bir ottur.

Yenilen Kısmı: Yaprakları ve yumuşak saplı kısımları.

Faydaları: İdrar arttırıcı ve idrar söktürücü olan madımağın antioksidan özelliği vardır. Bitkisel bir antibiyotiktir. Kan şekerini düşürücü özelliği olduğu için şeker hastalarına iyi gelir. Madımağın kurutulmuş yumrusundan hazırlanan çay ise mide ve bağırsak hastalıklarıyla dizanteriye karşı antiseptik olarak kullanılır, ayrıca karın ağrısını ve ishali durdurur.

Madımak Nasıl Temizlenir: Madımakların bazılarının kökü varsa onlar kesilir ve araya karışmış yabani otlar ayıklanır. Sert uç kısımları kesilir. Ayıklanan madımaklar iyice yıkanır ve ince ince kesilir.

Madımak Nasıl Pişirilir: Çiğ olarak madımak salatası yapılır veya çiğ madımaklar yufkaya sarılıp, tuz ekilip yenir. Turşusu yapılır. Pişirilerek çorbası, yumurtalı yemeği, pilavı, pastırmalı yemeği, böreği, gözlemesi, bükmesi, mıhlaması, cacığı yapılır. Kurutulup kış için saklanan madımağın pidesi ve sütlü yemeği yapılır.


Gök Medrese

Sivas Gök Medresesi ya da bilinen diğer ismi ile Sahibiye Medresesi, Gökmedrese olarak da tanınmaktadır. Anadolu Selçuklu Devleti dönemine ait bir eser olan bu medrese, dönemin en ünlü tarihi eserleri arasında yer alır. Batı kısmında bulunan giriş kapısında anlatıldığı şekli ile medresenin 1271 yılında Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından Mimar Kaluytan’a yaptırıldığı görülmektedir. Taç kapı üzerinde Arapça olarak yazılı olan kitabe de şu sözlere yer verilmiştir. “Ulu sultan, yüce şahlar şahı, dünya ve dinin yardımcısı Kılıç Arslan oğlu Keyhüsrev’in devleti zamanında yapılmıştır. Allah devletini daim eylesin.”

Selçuklu medreselerinden günümüze iyi bir durumda gelebilen bu medrese dikdörtgen planlıdır.
Gök medresenin 14 odası ve bir mescidi bulunmaktadır. Giriş kısmının üzeri dört kollu yıldız şeklinde bir tonoz ile örtülmüştür. Gök Medrese’nin mermer portali Çifte Minareli Medrese’ye benzer şekilde iki yanına kabartma bezemeli kuleler üzerinde yükselen iki minare ilave edilmiştir.  Portalin en üst bölümünde “Kılıçarslan’ın oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev’in Saltanat günlerinde imar edildi” yazılı bir kitabe bulunmaktadır.

Portal zengin süslemesi ile döneminin en önemli yapıları arasındadır. Kapı kemerinin iki yanına 12 hayvan başı kabartması yerleştirilmiştir. Ayrıca iri yıldız motifleri, hayat ağacı, küçük kuşlar, kartallar bitkisel motiflerin arasında dikkati çekmektedir. Ön yüzdeki köşelere kabartma bezeli kuleler yerleştirilmiş, üzerine de yivli gövdeli birer şerefeli iki minare oturtulmuştur. Bu minareler yapıya anıtsal bir görünüm kazandırmıştır. Minarelerin gövdeleri kabartma, geometrik ve bitkisel motiflerle boş yer kalmamacasına bezenmiştir. Büyük olasılıkla da bunların içerisine mozaik çiniler yerleştirilmiş, ancak bunlar döküldüklerinden günümüze gelememiştir. Bu çinilerden dolayı da Gök Medrese ismini almıştır.


Emirhan Kayalıkları

Sivas'ta, merkeze bağlı Emirhan köyü yakınlarında yer alan bin 780 rakımlı Emirhan Kayalıkları, eşsiz güzellikleriyle doğa tutkunlarının ilgisini çekiyor.

Kayalıkları ziyaret eden doğa tutkunları, sarp kayalıklar arasında tracking ve foto safariye katılabiliyor, küçük şelaleleri, dağ keçilerini, kaya içerisine oyularak yapılmış gözlem kulesini ve kayalıklar üzerine yapılan yapım tarihi belli olmayan manastır kalıntılarını gözleyebiliyor. Sarp kayalıklardaki oyuklarda arılarca oluşturulan doğal kovanlardan sızan bal görüntüsünden dolayı Emirhan Kayalıkları,Ballıkayalar diye adlandırılıyor.

Sivas merkeze yaklaşık 20 kilometre mesafedeki kayalıklara, dağcılık kulüplerinin organizasyonuyla yıl içerisinde çeşitli tırmanışlar gerçekleştiriliyor. Çeşitli zorlukları bulunan kayalıkları rehberlerin eşliğinde yaklaşık 5 saatte tırmanan dağcılar, sarp ve yüksek kayalıkların etkileyici görüntüsüyle büyüleyici bir tırmanış deneyimi yaşıyor.


Şuğul Vadisi

Malatya – Kayseri Devlet Karayolundan (D300) Gürün ilçe merkezine Kayseri yönünde yaklaşık 2 km mesafe uzaklıktaki Şuğul Mahallesine ayrılan tali yoldan yaklaşık 3,5 km gidildiğinde Şuğul, Mağarabaşı ve Kuşkayası Mevkilerinde yer alan “Gürün Tohması” da denilen Gövdeli Dağından kaynaklanan ırmağın aktığı etrafı dik kayalarla çevrili dar vadiye ulaşılmaktadır.

Mevcut beton ve stabilize yürüme bandı üzerinde vadi gezildikçe, kayalıkların dikliği, oluşturuldukları doğal şekiller, içlerinden kaynayan sular (kış aylarında sarkıtlar halindedir), ırmağın berrak, mavi suları ve içinde ışıldayan balıklar ve yer yer kavaklıklarda doğal olarak oluşmuş mağara ağızlarının yer aldığı görülmektedir. Kayalıklarda meydana gelen doğal aşınmalar sonucu, iri kaya parçalarının ırmağa ve ırmak kenarlarına düşmesi, bazı kayaların ise ufalanması bu görsel zenginliği artırmaktadır. Vadinin bitki örtüsünü; dere kenarında söğüt, yamaçlarda ise yabani badem, kuşburnu ve sumak ağaçları oluşturmaktadır. Kayaların üzerinde nadiren ardıç ağaçları da görülmektedir.

Eğri Çimen

Eğriçimen Yaylası; etrafı çam ormanlarıyla dolu eşsiz görünüme sahiptir. 1800m yüksekliktedir. Koyulhisar’a 17 km Sivas’a ise 197 km mesafededir, ulaşımı kolaydır. Her mevsimi farklı ve harika güzelliktedir… temiz havası ve dengeli iklimi ile yaz kış herkesin tatil merkezi haline gelmiştir.özellikle yaz mevsiminde şenlikleri ile cıvıl cıvıl olan bu yaylayı görmelisiniz. Eski ağaç evlerden oluşan yayla şimdilerde yerini betonarma ve şık evlere bırakmıştır. Bu muazzam yaylayı yerinde görmeli ve doğanın muhteşemliğini bizzat yaşamalısınız…


Aşık Ruhsati

Bir köy şairi olan Ruhsatî, Sivas'ın Deliktaş bucağında doğmuş ve ömrünün hemen hemen tamamını burada geçirmiştir.Soyunun Tonus (yeni adı; Altınyayla) ilçesinden gelmiştir. Ruhsatî'nin babasının Mehmet olduğunu öğreniyoruz. Fakat şiirlerinde annesinin ismine yer vermemiştir. Eflatun Cem Güney, annesinin isminin Safiye olduğunu ifade etmiştir. Ruhsatî on iki yaşında öksüz ve yetim kalmış; bu bakımdan kuvvetli bir tahsil görememiştir.dört kere evlendiğini ve bu evliliklerden yirmi üç çocuğu olduğu neticesine varıyoruz. Eşlerinin adı sırasıyla şöyledir: Mihri, Ayşe, Fatma ve Mühimme. Bunlardan Mihri, oğlu Âşık Minhacî'nin annesidir. Ruhsatî, uzun müddet Deliktaş ağalarından Ali Ağa'nın yanında azap durmuştur. Kimi zaman Tecer'deki değirmenlerin su işlerinde çalışmış, kimi zaman da köyünde kiracılık, rençperlik ve çobanlık yapmıştır. Bazen de inşaatlarda bennelik (duvarcılık) yaptığı olmuştur. Zaman zaman gurbete çıkan Ruhsatî ömrünün sonlarında köyünde imamlık yapmıştır. Ömrü fakirlikle geçen Ruhsatî, ufak-tefek yardımlar haricinde kimseden arzuladığını bulamamıştır. Mezarı, doğduğu yer olan Deliktaş'tadır


Bedir Gelin Türküsü

Şarkışla'da çiftçilik yapan bir ailenin Bedriye isminde çok güzel kızları vardır. Bedir derler kısaca.Birde Ömer vardır yanlarında çalışan. Ömer güçlü kuvvetli yakışıklı bir delikanlıdır. Ömer'le Bedir aynı yaştadırlar. Ömer küçük yaşta başlamıştır bu ailenin yanında çalışmaya. Çocuklukları beraber geçer. Ömer'le Bedir büyüdükçe o çocuksu sevgileri aşka dönüşür. İçten içe gizli duygularla severler birbirlerini. İkisi de duygularını açığa vurmazlar. Ömer zaman zaman diyecek olur sevgisini. Bedir'in yayına varınca cesareti kırılır. Söyleyemez bir şey yutkunur kalır. Ömer bir şey dese karşılık verecektir ama, çaresiz oda bir şey söyleyemez. Günler ayları yıllar yılları kovalar. Şarkışla'da hayvanları sürüleri olanlar, her yıl yaz aylarında yaylaya çıkarlar. Sürülerini daha geniş otlaklarda yaylarken,tertemiz havayı teneffüs edip buz gibi suyunu içerek, tabiat'ın bütün güzelliklerinden doya doya faydalanırlar.

Bedir'in ailesi de yaz aylarını Kızanandı denilen yaylada geçirmektedirler. Kızanandı, tertemiz havasıyla buz gibi sularıyla tipik bir Anadolu yaylasıdır. Fazla kalabalık olmadığı içinde,insanlar çok iyi ilişki içerisindedirler. Akşamları bir yerde toplanırlar masal anlatırlar, türkü söylerler, halay çekerler. Yaz mevsiminin nasıl geçtiği anlaşılmaz bu topraklarda. Bir sonraki yaz mevsimi iple çekilir. İşte bu yaylada kaldıkları zamanların birinde! Daha fazla yalnız kalma imkanı bulurlar. Ve bir gün, Ömer Bedir'e duygularını açar. Ne söyleyeceğini tam anlatamaz ama; Bedir'de heyecandan anlayacak durumda değildir zaten. Sözlerden çok bakışlar konuşur sade. Karşılıklı olarak aşklarını ilan ederler. Sonra, gizli gizli buluşmaya başlarlar. Sözde gizlice buluşurlar ama, gören görür bilen bilir onların aşklarını. Ve kısa zamanda herkes tarafından konuşulur olur Ömer ile Bedir'in aşkları. Ama kimse yadırgamaz bunu. Herkes yakıştırıverir birbirlerine ve evlenmelerini isterler.  Ömer Allah'ın emriyle istetecektir Bedir'i. Dünürcüler belirlenir. Bedir ailesinden geleneklere uygun bir şekilde istenir. Kızın ailesinin kararı olumsuzdur. Özellikle Bedirin annesi Gürcü hatun, Ömer'in fakirliğini bahane ederek bu evliliğe karşı çıkar.Araya girenler ne kadar ısrar etselerde kara dediğine ak demez gürcü hatun.Aşıkların evlenmesine mani olur.

Bir süre sonrada Bedir'i Şevki adında yaşlı ve zengin birine verirler.Düğün günü Ömer'le çok yakın bir arkadaşı yaylaya çıkarlar. Ve gelin alayını çok üzgün bir şekilde orada seyrederler. Ömer çok içlenir ve ağlayarak türkü söylemeye başlar. Bedir'in yaşlı kocası evlendikten bir süre sonra ölür. Ömer henüz evlenmediği için ahali tekrar araya girip,bunları evlendirmek isterler ama, Bedriye Ömer'i çok sevdiğini fakat, evlenirse dedikoduların çıkabileceğini söyleyerek, aşkını kalbine gömer ve teklifi kabul etmez. İki kere kaybettiği aşkı için Ömer'in yaktığı türküsü dilden dile söylenir oldu.


Halk Oyunları

Türkiye’de oynanan halk oyunları Kuzey ve Doğu Anadolu’da Bar; Trakya’da Hora (Horo); Doğu Karadeniz’de Horon; Ege Bölgesinde Zeybek; Orta ve Doğu Anadolu’da Halay; Trakya’da ve Marmara bölgesinde Karşılama gibi adlarla farklı coğrafyalarda muhtelif adlarla anılırlar. Sivas halay bölgesidir. Sivas halayları ağırlama, yanlama, yeldirme ve sekme olmak üzere genellikle dört bölümden oluşur ve her bir bölümün kendisine göre ezgisi vardır. Halayları, hem erkekler hem de kadınlar çeker. Ne var ki Sivas yöresinde hem erkekler hem de kadınlar birlikte oynamazlar Erkekler daha çok açık alanlara oyarlar ve burada oynamaktan zevk alırlar. Kadınlar ise kapalı mekânları tercih ederler. Erkekler halayları daha seri ve sert oynarken, kadınların oyun daha narindir. Erkekler yiğitlik, gurur ve cesareti yüz, el, kol ve bacak hareketlerine yansıtır, göğüsleri öne doğru çıkıktır. Kadınlar ise oynarken, güler yüzlü, zarif ve ağırbaşlıdır. Halaylar çalgılı ve çalgısız olmak üzere iki çeşittir. Çalgısız halaylarda genellikle kadınlar oyunlarını türküler söyleyerek oynarlar. Türkülerin klarnet, cümbüş ve def denilen ince saz eşliğinde de söylendiği olur. Türkünün söylenmediği kısımlarda “zahma” denilen ve sazla oynanan hareketli bölüm vardır.


Divriği Ulu Camii

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası olarak bilinen bu yapı topluluğu, cami, darüşşifa ve türbeden meydana gelen bir külliyedir. Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlı Mengücek Beyliği döneminde inşa edilmiştir. Ulu Cami, Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah tarafından; Darüşşifa ise eşi Melike Turan Melek tarafından yaptırılmıştır. 1228 yılında başlanıp 1243 tarihinde tamamlanan yapı kompleksinin Baş Mimarı Muğis oğlu Ahlatlı Hürrem Şah'tır.

Başta kapılar ve sütunlar olmak üzere, külliyenin bir çok yerinde bulunan, Ahlatlı ve Tiflisli ustaların ellerinden çıkan, taş işçiliğinin en nadide ve en ince örneklerini yansıtan harikulade motifler tüm dünyanın ilgi ve dikkatini çekmektedir. Bu eseri farklı ve özgün kılan bir diğer özellik de, uzaktan bakıldığında simetrik olduğu düşünülen, fakat özünde asimetrik olan bezemelerde yer alan on binlerce motifin hiç birinin bir daha kendini tekrar etmemesi; kâinattaki farklı varlıkların muhteşem bir ahenk ve denge içerisinde olduklarının taşa nakşedilerek gözler önüne serilmesidir.

Mimari üslubu, süsleme ve örtü sistemlerinin dengeli ve uyumlu tasarımıyla önem kazanan bu şaheser, dünyada, görülmeye değer eserler listesinin başında yer almaktadır. Bu büyüleyici eseri anlatmaya sözlerin yetersiz kalacağını Evliya Çelebi yüzyıllar önce şöyle ifade etmiştir:

Methinde diller kısır, kalem kırıktır. Görenleri kendisine hayran bırakan bu muhteşem abide eser, sanat tarihçileri tarafından Divriği mucizesi, Anadolu’nun Elhamrası gibi ifadelerle tanımlanmıştır. 1985 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınan, İslam mimarisinin bu başyapıtı, aynı zamanda T.C. Cumhurbaşkanlığı makamının koruması altındadır.


Sivas Ulu Camii

Anadolu'nun en eski camilerinden biridir. Anadolu'daki mimarlık tarihinde, cami iç mekân fikrinin gelişmesinde önemli bir yapıdır.

Avlusuna üç yönden girişi ve düz damlı, dikdörtgen planlı, kufe tipli cami sınıfına giren ender örneklerdendir. Kubbe fikrinin henüz gelişmediği bir dönemde yapılmıştır. Bazı bilim adamlarına göre Danişmendi dönemi eseri olarak da kabul edilmektedir. Danışmendliler 1085–1178 yıları arasında Sivas, Kayseri ve Malatya'ya yerleşmişlerdir. Tokat, Niksar Ulu Camii (1145), Kayseri Ulu Camii (XII. . ortaları), Tokat Yagıbasan (Çukur) Medrese (1151-52), Niksar Melik Nizamettin Yağıbasan (1157-58), Niksar Kulak Tekkesi ile Türbesi; Kayseri-Pınarbaşı –Türbe Köyü Melik Danişmend Kümbeti Danişmendli eserlerinden bazılarıdır. Danişmendliler 1178'de Selçuklulara bağlanmasına rağmen adlarına yapılan yapılar yüzyılın sonuna kadar uzanmaktadır. Sivas Ulu Camii'nde Danişmedli döneminin önemli eserlerinden saymak mümkündür. Böylesine önemli bir eserin ne yazık ki avlusuna 1974 yılında betonarme bina yapılarak avlu plan tertibi bozulmuştur.

Asıl ibadet alanına, kuzey duvarının tam ortasında asıl ve köşelere yakın yerlerden birer olmak üzere üç ayrı kapı ile girilmektedir. İbadet alanının kuzey-güney doğrultusundaki Kıbleye (güney duvarı) dikey uzanan on bir sahnı oluşturan kesme taş örgülü yığma 50 adet kırma ayak birbirine sivri kemerlerle bağlanmıştır. Mihrap eksenine uzanan orta sahın diğerlerinden biraz daha geniş tutulmuştur. Ulu Cami, 54. 70 x 33. 70 m iç ölçülerindedir. Yapının asıl giriş kapısı ile diğer kapıları süslemesizdir. 1955 yılı onarımında ortaya çıkarılan özgün mihrabın üzerinde, birbirini kesen sekizgenlerden geometrik örgü motifli iç içe iki sekizgenin kenarlarından çıkan kollarla kesilmesi ile kareler oluşturan süsleme elamanları bulunuyormuş. Onarımda mihrabın süslemeleri taş malzemeyle sade bir şekilde düzenlenmiştir. Üstünde yukarıya doğru gittikçe daralan yedi sıra mukarnaslı kavsaradan başka süsleme elamanı görülmez. Ulu Camii'nin Osmanlı Devrine ait 23 mezardan oluşan bir haziresi bulunmaktadır. Kutbettin Melikşah döneminde Kızılarslan bin İbrahim tarafından Kul Ahi'ye yaptırılan caminin 1955 yılındaki onarımı sırasında, hem yapım hem de onarım yazıtı bulunmuştur.

Sivas Belediye Başkanlığı
Adres: Sularbaşı Mah. Atatürk Cad. No:3 58069 Sivas / Merkez
Telefon : (0346) 221 01 10
Faks (Başkanlık) : (0346) 221 16 42
Faks (Basın ve H.İ.M.) : (0346) 221 20 91
E-Posta : bilgi@sivas.bel.tr